Cadı Avı
İnsanlık tarihi, utanç dönemleriyle doludur. Ve hiç kuşkusuz “cadı avı” denilen yüz karası uygulama, bunların arasındaki insanlığın en karanlık dönemi olarak bilenen Ortaçağ sürecindeki çok önemli takip ve cezalandırma yöntemiydi.
Ülkemizdeki başarıya ulaşamayan darbe sonrası, kamu kuruluşlarında Fetöcü örgüt üyesi diye görevden almalar bir furya şeklinde ardı ardına sürdürülünce, ister istemez herkesin aklında şu soru oluşuyor:
“Bu bir cadı avı mı?”
Peki neydi cadı avı? İşte yüzeysel de olsa sizlere bu utanç sürecini anlatmak istiyorum:
Avrupa, XIV. ve XVIII. yüzyıl boyunca, cadı olduğu öne sürülenlerle birlikte, büyücüleri de aynı kategoride yargılamış ve hemen hemen suçlananların tümü de yakılmıştır.
İslam dininde büyücülük yapmanın günah olduğu, Bakara/101-102, Taha/69 ve Maide/90 surelerinde de yasaklanmıştır. Ancak Hristiyanlıkta olduğu gibi yakma ve yok etme gibi bir yaptırıma bağlanmamıştır. Oysa Hristiyanlık'ta, böyle bir suçlamanın yaptırımı 1320 yılında çıkartılmış olan papalık bildirisiyle, büyücülük ve cadılık, “zındıklık” olarak kabul edilmiş ve bu gibi suçlamaların muhatapları, mutlak ölüm talebiyle Engisizyon mahkemelerinde yargılanmışlardır.
Ayrıca Engizisyon mahkemeleri, halktan birilerinin büyücüleri ihbar etmeleri için de özellikle bir teşvik yasası çıkarmıştır o süreçte… Bu teşvik maddesi şöyledir:
“ İhbarda bulunanlar, altı aylık bir süre için mahkemenin korumasına alınacak, ayrıca da tüm günahları Kilise tarafından bağışlanacaktır.”
Böyle bir talebin ve teşvikin inanç ile, mantıkla, dahası insanlıkla bir ilgisinin olmadığı kesindir. Çünkü böyle bir yol açıldığında, kimlerin suçlanacağı kesin olarak belirlenemiyor ve özellikle zenginler bu hükümden yararlanarak kendilerini koruma ve savunma fırsatını elde etmiş oluyorlardı. Sonuçta da zaten öyle oldu ve sözkonusu papalık bildirisi yürürlüğe konulduğunda, bundan en çok yoksullar mağdur edildi ve de canları yandı.
Büyücülüğün belirtileri ise, o süreçte şöyle sıralanmaktaydı:
* Krala ve Kiliseye karşıtlık,
* Kısa süreçte zengin olmak,
* Çekememezlik,
* Dinine aşırı düşkünlük,
* Sık sık konut değiştirme,
* Yaşlılık, delilik ve hastalık.
Bu türden belirtiler, en sıradan ve en ilgisiz insanların bile suçlanabileceğini göstermekteydi. Özellikle de kıskançlık yani çekememezlik, miras davaları, arazi uyuşmazlıkları gibi nedenler; ihbarların çoğalmasına ve ardının da kesilmemesine neden olmaktaydı.
Hele bir de Engizisyon, ki bu mahkemenin üyeleri genellikle Kilisenin görevlendirdiği papazlardan oluşmaktaydı ve ihbarda bulunanlara cennet dahi vaad edilmekteydi!
İşte bu şartlarda paatlamıştı insanlık tarihinin “cadı avı” denilen çok önemli yüzkaralığı...
Sıradan ve arkasız bir kişinin büyücü olduğu ihbar edildiğinde, bu kişinin işi bitmiş demekti. Çünkü yapılan incelemeler sonucunda suçlanan kişi o süreçte ölürse aklanmakta yani temize çıkmaktaydı. Böyle birinin suçsuz yere ölmüş olması ise tamamen önemsizdi! Eğer ölmezse, o zaman da büyücü olduğu kanıtlanmış sayılmaktaydı! Ki, bu da yine ölüm demekti!
(Bu noktada şu notu ekleyelim. Buna benzer olan “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında” adlı bir yasa, ülkemizde çoğunlukta bulunan mevcut iktidarın dayatmasıyla TBMM’nde (13/Şubat/2013) kabul edilmiş ve yürürlüğe konulmuştur. Mevcut iktidar bunu gün gelir de uygular mı bilmiyoruz. Ya da kana susamış bir başka iktidar gelir de, onların eline geçerse yandı gülüm keten helva! Ve ne yazık ki yurttaşlarımız henüz bu yasanın feceatını bilmemekte olup, başına gelebileceklerden de tamamen habersizdir.)
Şunu da ekleyelim ki, Sözkonusu papalık bildirisinin maddeleri tam bir kapandı ve iki ucu b*klu bir değnekti sanki... Böyle bir kapandan kurtulmanın olasılığı ise yoktu!
Suçlanan kişi, ele geçirildiğinde çırılçıplak soyuluyor ve kendisine yazılı olarak hazırlanmış bir duayı okuması emrediliyordu. Eğer sorguya çekilen kişi içinde bulunduğu çok zor koşullar nedeniyle o duayı okurken şaşırır, kekeler ve duraksarsa, onun büyücü olduğu ilk kanıt olarak kabul edilmekteydi. Daha da ilginci, sanığın nehir ya da bir denize atılmasıydı.
Eğer cadılıkla ya da zındıklıkla suçlanan kişi suda yüzebilirse, bu onun Şeytan'la işbirliği yaptığının kanıtı sayılmaktaydı. Ki, böyle bir ahvalde artık onu hiç kimse yakılmaktan kurtaramazdı... Yok eğer yüzemez de boğulur ise, o zaman suçsuz olduğu kanıtlanmış olurdu! Ve fakat suçsuzluğunun kanıtlanmış olması artık bir işe yaramıyordu bu durumda… Çünkü suçlanan kişi ölmüş oluyordu! Buna neden olanların da, papazlara göre günahı yoktu!
Böyle bir salıncak, İblisin bile başaracağı bir iş değildi kısacası...
Ortaçağ’ın orta yerinde yaklaşık 300 yıl kadar sürdürülen bu Engizisyon mahkemelerinde ve yalnızca Almanya'da bu biçimdeki uygulamalar sonucunda hüküm verilerek yakılan insan sayısının 100 bini aşkın olduğu bilinmektedir. İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve Avrupa’daki diğer birçok ülkede keyfi olarak ölüme sürüklenip yakılan ya da suya atılarak boğdurulan insan sayısını varın siz hesaplayın!
İşte bu nedenlerle, darbeci tutukluların doğru teşhisleri ve bağımsız mahkemelerde sorgulanıp cezalandırılmaları oldukça önem taşımaktadır. Çünkü yapılacak keyfi hatalar, insanlığın günah kamburu olarak ebediyete kadar süreceğine kuşku yoktur!