Emanet ile Hıyanet
Yine bir güneşli Pazar günündeyiz, hayırlar olsun diyelim öncelikle…
Diyelim de, şeker deyince insanın ağzı tatıllandığı görülmüş mü hiç? Ne kadar iyi şeyler düşünürseniz düşünün, ne kadar iyi niyetli olursanız olun önünüze bir çapanoğlu gelip yerleşiyor bir kötü misafir gibi… Kal desen olmaz, git desen olmaz, iki ucu bulaşık bi iş tamamen!
Anadolu’da söylenir bir halk ağzıdır:
“Alışmamış kıçta don durmaz” derler.
İşte aynen öyle… Huzur ve güven yok artık toplumumuzda maalesef! Eskiden insanların birbirine güveni vardı. Devletin de halka ve halkın da develete güveni tamdı! Bir kuş gibi uçup gitmiş sanki artık o kanatsız yaratık!
Ne oldu da böyle oldu? Ve ne oldu da yaşamak bir kanayan yaraya dönüştü doğru bir izahı yok!
Eski insanlar, savaşa ya da benzeri biçimdeki dönmez yollara giderken; korunması gereken yakınlarını güvendikleri birilerine emanet ederlerdi. Ve gözü arkada kalmazdı elveda diyenlerin…
Şimdi öyle miya? Kimi kime emanet edebilirisniz ki? Bakın bir çevrenize, böyle biri yakınınızda var mı?
Yoktur! O nesil beyaz yeleli atlarına binip dönmemek üzere kaçtılar bu dünyadan Yaşar Kemal’in demesi gibi…
Ve sanırım geriye hep hainler, ihanet edenler kaldı… Yaşam biçimi ondan böyle tatsız tuzsuz!
Bir zamanlar “Sabah ola, hayrola” derdik… Şimdi sabahları bile istemiyoruz neredeyse bir bela önümüze çıkmasın diye…
Ya da “Güneş ışınlarından parlak yarınlarımız olacak ve pembe boyalı evlerimiz… Çocuklarımız büyüyecek gülücükler içinde, evrene sığmayacak sevinçlerimiz…”
Bir masal gibiydi büyülü sözler, olacağına da inanmak şöyle dursun bilirdik! Ne umut kaldı artık, ne de yarınlar… Bilmediğimiz bir şeyler oldu sessiz ve gürültüsüz, içsel bir umutsuzluk çukuruna yuvarlanıverdik bağıra çağıra… Ne ses veren var, ne de yardıma koşan!
Ne demişti Cahit Sıtkı Tarancı:
“Geç fark ettim taşın sert olduğunu;
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her gelen günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşına gelince anlarmış.
Özetle acı ve gözyaşlarıyla sürdürüyoruz artık bedeni… Kimseye güvenimiz yok bizim, kimsenin de bize… Emanetiz artık yaradana… Bize ihanet etmeyecek yalnız o kaldı? Diğerleri dediğim gibi çekip gittiler, döner gelirler mi ya da bizleri de yanlarına alırlar mı bilmem!
Biraz acılı oldu söylediklerim… Bunlara biraz Pazar neşesi katalım isterseniz. Ve bir emanet-hıyanet üvey kardeşliğiyle noktalayalım… Çünkü artık hıyanetlikler alenileşti fıkradaki gibi…
*
İngilizler köklü milletlerdendir ve bizim gibi onlarda da emanete sadakat esastır. Ve şöyle bir olay anlatılır tebessümün eksik olmadığı mahfillerde…
Şövalyelerden biri Ortaçağ döneminde bir sefere çıkıyormuş... Adı Hector!
Karısı Leydi İsabel’in bekâret kemerini kendi elleriyle kilitledikten sonra anahtarı en yakın dostu Oswald’a emanet etmiş.. Ve demiş ki:
“Eğer iki yıl içinde geri dönmezsem, bu anahtarı karıma ver de, kendisini o cendereden kurtarsın!”
Ve Hector ordusunun başında yola revan olup, Londra’dan ayrılmış...
Yol uzun! İlk günün bitiminde Manş Denizi sahilinde çadırları kurup gecelemişler. Ateşler yanıyor ve onun sıcağında gökyüzündeki yıldızları seyrederlerken. karanlıklar içinde hızla bir atlının gelmekte olduğunu görüp meraklanmışlar. Gelen Oswald imiş! Ve Oswald, doğruca Hector’un yanına varıp, elindeki anahtarı sallayarak:
“ Sevgili dostum, bana yanlış anahtar bırakmışsın yahu” diye bağırmış!
Yaradana emanet olun sevgili okurlarım.