Sevgili okurlarım,
İnsan yaşamı süreci içinde var olması gereken sosyal ve kültürel değerlerinde nasıl üretken bir insan olunur düşüncesini, siz okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Bu düşüncem ışığında, söylemem gereken o dur ki,
İnsanlarımızın almış oldukları eğitimle, kazanmış oldukları verileri bir araya getirdiğimizde, hangi meslek ve sınıf dallarında eğitim almış olurlarsa olsunlar, kendilerine has bir sorumlulukları taşımak zorundadırlar. Bu sorumluluk içinde kendilerince düzenli bir biçimde, kurmaları gereken iş ve sektörleri bilince yönetmeleri ve yöneticilerini buna göre tayin etmeliler. Çalışanların haklarına ketum olmadan, iş birliğini sağlamalılardır. İstedikleri hedeflere ulaşmak içinde, kendi ürettiklerini çok iyi bir biçimde kullanmaları gereklidir. Emek sermaye ilişkileri için de, bu sistem toplumumuzun gelişmesinde mutlaka yerini bulmalıdır.
Bu itibarla, ele alınacak yöntemlerden biriside, öğrenme çağındaki bütün insanların ihtiyaç duydukları bilgileri öğrenmeleri gerekmektedir. Hatta bu insanlar kendi düşünce dağarcıklarını zenginleştirme sorumluluğunu taşıma ihtiyacı duymalıdırlar. Bu itibarla bizlerin en önemli temel görevimiz, çocuklarımızın da düşünsel melekelerini geliştirmek ve onları topluma kazandırmak olmalıdır. Onları tarih ve kültür mekânlarına götürerek, görsel düşüncelerinin zenginleşmesini sağlamaktır. Kültür varlıklarımızın, korunması yönünde çok önemli fikir ve düşünce kavramlarını kazandırmaktır. Bu kazanımların kendilerinden sonraki kuşaklara intikal etmesinin sorumluluğunu taşımasını bilmelerini sağlamaktır.
Bu anlatmış olduklarımın oluşması için, annelerin çocuklarını çok iyi yetiştirilmesine bağlıdır. Bu yetiştirilme sistemi içinde, çocukların doğum öncesi ve doğrum sonrası sonucu çok önemlidir.
Anne ve babalar, çocuklarına kazandırılması gereken pozitif davranışlarla birlikte, kişilik ve karakter yeteneğini kazandırılmaları gerekmektedir. Öncelikle bu verinin anne karnından başlayan sürecin, yedi yaşına kadar geçen zaman içinde olumlu yönde devam etmesine bağlıdır. Yedi yaşına kadar devam eden süreçte, adam olmanın yüzde ellisi gerçekleşmiş olur. On sekiz yaşına kadar geçen zamanda ise yüzde yirmi oluşumla tamamlanmış olur. Yüzde yüzlere ulaşması söz konusu olursa, o verinin sonucunda üstün zekâlı dâhilik taşıyan bilim insanı yetişmiş olur.
Bilinçli bir toplumun oluşması ve gelişmesi bu şekilde oluşur. Ne var ki, bir kısım çocuklarımızın düzenli bir koşul içinde yaşadığını ve milli gelirden pay aldığını düşündüğümüzde, her türlü istismara dâhil edilmiş oluyorlar.
Sorarım sizlere, bizde böyle bir pozitif insanın yetiştirilmesi gayret ve çabası var mıdır?
Var olmuş olsaydı, çeşitli okullarımızdan mezun olan diplomalı işsiz güçsüz gençlerimiz sokaklarda dolaşıp, kahvehanelerde boyun büker miydi?
Toplumsal hayatın düzeni doğru devam etmiş olsaydı, bu gençlerimiz işsiz güçsüz kalır mıydı?
Genç yaşta, ülke ekonomisine katkı sunmaları gerekirken, hayata küsenler söz konusu olur muydu?
Ne yazık ki işin gerçek yüzü böyledir.
Ne hazindir ki, siyasete iktidara talip olanlar, kendi düşünce ve görüşlerine göre eğitim programları yazarak “Milli Eğitim’i” milli olmaktan çıkararak, yaz- boza çevirirdiler. Bu nedenle istenilen hedeflere varacak insan yetiştirilmesi mümkün olmamıştır. Bir eğitimci olarak, gördüğüm o dur ki insan hedefli eğitim değil, sanki farklı bir canlı yetiştiriyormuşuz gibi, bir tutum ve davranış sergilenmektedir. Kısaca bu düşünce içinde çocuklarımıza reva gördüğümüz durum böyledir. İşte geleceğimizi emanet edeceğimizin çocuklarının durumu ortadadır.
Saygılarımla.
Mürsel ADIGÜZEL