Bu son olsun!
Herkesin ağzında bu söylem… Biraz dua niyetinde, biraz umut sanki!
Fakat olmuyor, sonu gelmiyor bir türlü… Hemen hemen her gün, sıcak bir külli savaştan dahi çok sayıda şehit veriyoruz! Ki arkası kesilmiyor bir türlü…
Ve bağrı yanmış insanlar yani ana, baba, kardeş, çoluk-çocuk ya da hısım akraba avazı çıktığı kadar sesleniyorlar:
“Şehitler ölmez, vatan bölünmez!..”
İnanarak söylüyorlar bunu elbet ama çare olmuyor söylemler. Çünkü gerçekçi değil ve can veren şehitler bir daha yeryüzünde görünmüyorlar. Ölüyorlar yani… Çünkü lafla peynir gemisi yürümez ve yürümüyor da!
Olsa olsa yüreklere bir su serpintisi, o kadar!
Peki ya vatan?
“Bölünmez “ demek yetiyor mu ki? Yetmiyor! Çünkü şeker demekle nasıl ağız tatlanmaz ise, “bölünmez” demekle de bölünme durdurulmuyor. Ve her gün, bölünme kazanın altına biraz daha odun atılıyor!
Peki; durdurulmayacak ve böyle ila-nihayet sürecek mi içimizdeki yangın?
Dost acı söyler ya hani, öyle söylersek eğer bunun yanıtı hazin! Çünkü:
Terör sürüyor ve de sürecek ne yazık!
Siz bakmayın atıp tutanlara ve mangalda kül bırakmayanlara:
“Terörün belini kırdık…”
“PKK bitiyor, sonları geldi…”
“Tek terörist kalmayıncaya kadar…”
“İnlerine gireceğiz, inlerine…”
Ağzın kemiği yok, karşı duran yok, aksini söyleyen yok…
Yani salla gitsin!
Gerçekçi olmayan söylemler, niyetler, sorunların ya da beklenmedik olaylarını çözümünü yaratmazlar. Uygar ve ileri toplumlar, hamasetlerle bir yere varılamayacağını bilirler. Ve bu nedenle yasalarını olası bütün durumlara göre biçimlendirirler ve keyfi uygulamalara asla fırsat vermezler.
Bakın şimdi… 2002 öncesinde terör, bir önceki iktidar tarafından bir anlamda sıfırlanmıştı. AKP iktidara geldiği bu tarihten itibaren adım adım bıraktığı boşlukları, terör örgütleri doldurmaya başladı ve halen de sürüyor.
Sözde demokrasinin ipi gevşetiliyordu ve özgürlükler genişleyecekti. Ama tersi oldu ve iktidarın gücü giderek terör karşısında azalırken, devlete düşman kesimler genişleyip büyüdüler.
Daha da Türkçesi, kıllandılar!
İktidarın konuya ilişkin en bariz hatası açıktı oysa…
Neydi bu?
Emasya Protokolüydü hiç kuşkusuz! Yani:
Önceki iktidarlar zamanında esas olan teröre karşı koruyucu sistem oluşturulmuş ve sağlam bir yapı gerçekleştirmişti. Ve bu anlaşma yani Emasya Protokolü, İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında 7 Temmuz 1997 yılında imzalanıp yürürlüğe girmişti. Çünkü ülke terörden yaklaşık 30 yıl acılar çekmiş, büyük yaralar almıştı. Bu protokol işte bunun için elzemdi bir anlamda… Ve İl İdaresi Kanunu'nda yapılan değişiklikle askerin yani TSK’nın, polisin yeterli olmadığı durumlarda toplumsal olaylara müdahalesine dönük bir düzenleme o süreçte zorunlu kılınmıştı.
Bu protokole göre TSK, bir terör uyanışı hissettiği anda hiçbir idari merciden izin almaksızın gereken baskını yapıp, bu başkaldırıyı kaynağında nötr hale getirme olasılığına sahipti. Böylelikle de, yarattığı caydırma algısı hiçbir şekilde terörün başkaldırmasına olanak vermemekteydi elbet!
Gelgelelim iktidar, oy çoğunluğu fırsatını kullanarak bu Emasya Protokolünü 4 Şubat 2010 günü kaşla göz arasında askerin elinden alıverdi. Sözde özgürlüklerin önünü açıyordu, oysa tam tersine demokrasinin yolunu tıkayacak olan terörün önüydü açılan!
İşte o günden beri terörist gruplar ve özellikle PKK, kendisine karşı koyacak gücü görüp çekincesi ortadan kalktığı için atağa geçtiler. Artık tut tutabilirsen!
İşte bunun sonucu olarak birkaç yıla kalmadan, güneydeki isyan yerlerine bombalar, silahlar, tahkim gereçleri ve her türden tonlarca mühimmat askerin gözleri önünde bölgeye dolduruldu. Ve asker üzülerek biraz da korkuyla izliyordu olanları… Verilen sayılara göre bölgedeki komutanlar, valilere bu durumu 296 kez iletmişler ve önlem alınması için izin ya da talimat talebinde bulunmuşlardı ama bölgenin valileri bunları duymazlıktan gelmişti. Ve galiba yalnızca 6 tanesi için talimat alınabilmişti ki, onda da hayli geç kalınmıştı.
Ve şimdi kanlı terör iktidarın kapısına amansız biçimde dayanınca, ardı ardına şehitler can verip halkın infiali ortalığı sarınca, yeniden akıllarına gelmeye başladı asker! O noktada da başka yanlışlar devam ediyor hala... Özetle doğru dürüst talim yapamamış bazı acemi askerler, bubi tuzaklarıyla tahkim edilmiş evlere sokularak operasyonlara zorlanıyorlar. Ve ne oluyor?
Elbet ki yüksek sayıda şehit!
Değerli okurlarım, yönetim yanlışları bir değil bin! Bakın şimdi şu Güney sınırlarımızda yok yere olanlara… O bölgedeki çok uzun olan sınırlarımızda, komşularımız kim şimdilerde? Tamamen teröristler! Yani PYD, İşid, El Nusra, Boko Haram, El Kaide, kısa adı ÖSO denilen vampir soylular, esrarkeşler, esir kadınları pazar yerlerinde satan elleri kalaşnikoflu uyuşturucu çekmiş manyaklar yani cıhatçılar v.s..
Hatta şunu açıklayayım ki, kevgire dönmüş olan güneydeki sınır kapılarımız kimin kontrolünde biliyor musunuz? Devlet görevlilerinin, gümrükçülerin filan değil; Allah adına savaştıklarını söyleyen işid ya da cihatçıların elinde bundan emin olun! Kim giriyor, kim çıkıyor bellisiz yani…
Bütün bu şartlarda, iktidar sözcülerinin matah şeyler yapıyorlarmış gibi atıp tutmalarına, hamaset yüklü nutuklarına bakarak terörün biteceğini mi sanıyorsunuz? Öyle sanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz bilesiniz! Ve size çok üzülerek söyleyeyim ki, o bölgede bitmekte olduğu söylenen ve sanılan terör, yakında batıdaki kentlere kayarsa hiç şaşırmayın! Şu anda, nasıl ki o bölgedeki evlere katliam silahları yerleştirildiği çok geç anlaşıldı ise, üzülerek belirteyim ki aynıları batı kentlerinde de uygulandığı duyumlarımız bulunmakta olup, kenara atılacak cinsten de değildir!
Ve bütün bunlar olurken, ülkenin hasbelkader en güçlü ismi, kişisel ikbalinin ve hırsının peşinde koşuyor ne yazık! Ve nasıl icad edildiği bir türlü anlaşılamayan başkanlık sevdası, bu güzelim ülkenin bir baş belası olmuştur bugün.. Çünkü arkasında, akıl almaz tezgahlar devrededir. Özetle başkanlık inadı bu kirli belanın kaynağıdır ve o var oldukça terör de durmayacaktır!
NOT: 13-14 ve 21-22 Mayıs günleri 8. Kocaeli Fuarı bünyesindeki “Oneol Yayınevi”nde kitaplarımı imzalayacağım, tüm okurlarımı bekliyorum.