Toplumsal Tepkisizlik
Bugün Pazar… Sıcak bir tatil günü olması nedeniyle biraz serince yel estirmede yarar var diye düşünüyorum. İnsanın insanı anlatması ya da öğütçü bilgi iletmesi serinleticidir hep hani!.. Çünkü öğütten insanlar pek hoşlanmazlar. Ya da beğenirler fakat önem verip uygulamazlar genellikle… Nedeniyse, öğüt almanın insanlara serin gelmesindendir!
Özetle bugün sizi size anlatmaya çabalayacağım. Yani insan formundaki alalade varlığın, hayata geliş amacındaki eşref-i mahluk mertebesine, özetle gerçekten insanlığa yükselişinin ipuçlarını ileteceğim.:
“Sırtını güneşe çevirirsen, gölgenden gayrı bir şey göremezsin.
Ben güneşi işaret ettim,
onlar ise parmaklarıma baktılar!”
Böyle söylüyor yakın geçmişimizde yaşamış olan ermişler sınıfındaki Lübnanlı şair, yazar ve ressam Halil Cibran!
Haksız olduğunu söylemek olası değil elbet! Yaşanmış bütün süreçler boyunca insan, görüntüde olağanüstü bir fiziksel forma sahip olmasına karşın; gerçekte insan olamamanın ağrısını hep yüreğinde taşımış, ancak bu sızının kaynağını bulmak için hiçbir zaman da kafa yormamıştır. Kendisine yaraşır yüceliği ve hatta yaradanını hep dışarlarda aramış; kendi içine bakmayı ise, bunca öğütsel söylemlere karşın bir türlü akıl edememiştir. Denilebilir ki insanın, “insan” olması kadar yeryüzünde hiçbir zorluk yoktur!
O nedenle “Kendini bil” demiştir tasavvuf erenleri... Çünkü kendini bilmekle başlar her şey! Varoluşun sırrı, dünyaya gelmenin amacı, bütün beşerin içindeki ayrıcalıklı yer ve nedenleri, işte bu söylemin içindedir.
Doğrudan, iyiden ve barıştan yana olmayı dilinden düşürmese de; her zaman tam tersini uygulayan kurnaz ve gizli Tanrı’sızların kölesi olmaya, sürekli olarak aldatılmaya ve sonu gelmez biçimde sömürülmeye karşı direnme öğütlerini hiç algılıyamamış; önüne çıkan ulu kişileri kös dinler gibi dinlemiş, böylelikle de yeryüzündeki yaşamın ve doğanın güzelliklerden yeterince nasiplenememiştir.
Bugün dahi dünyamızda yaşayan insan nüfusunun büyük çoğunluğu, kendisine vadedilmiş ve hatta bağışlanmış olan o yüceliklerden habersiz olup, alalade bir yaşam biçimiyle düşe-kalka ömrünü sürdürmektedir. Oysa ki, alalade insanların sahip olduğu şeyler, kendisine taa varoluşta vadedilmiş olanların içinde devede kulaktır!
Varoluşun iki yüzü vardır sevgili okurlar…
Bunların biri yaşam, diğeri ölümdür! Dünyanın da iki yüzü vardır: Biri karanlık, diğeri aydınlık! İnsan olmanın ve bu dünya okulunda bir aksi seda bırakmanın da iki temel kuralı bulunmaktadır: Biri tüm olumsuzluklara direnmek ve her türlü çaresizliğe karşın dik durmak; diğeri ise yaratmak! Yaratmak, kuşkusuz ki Tanrı’ya özeldir, fakat onun varettiği ve insan denilen bu olağanüstü yaratığın da bazı şeyleri yaratmayı öğrenmesi için yüce doğa, her şeyiyle onun hizmetine sunulmuştur.
İşte bu noktada insan, çaresizliğe yenilmemeyi öğrenmeli ve bütün olumsuzluklara karşın direnmeyi başarmalıdır. Direnmek, bir anlamda yaratmaktır çünkü... Bilinmeli ki insan; yemek, içmek ve uyumak için gelmemiştir yeryüzüne... Can taşımanın bir amacı vardır ve bu amacı öğrenerek ona ulaşmak için sabırla uğraş vermek tanrısal bir koşuldur.
İki cümle ile güzel bir söylem örneğini sunduğum Cibran’ın yazıları içindeki öfke; düşünen, yorumlayan ve kavrayan her insanın kuşkusuz ki bir haklı tepkisidir. Fakat sayıları o kadar azdır ki...
Örneğin birkaç torba kömür, birkaç kilo bulgur eşliğindeki “gelişme”, “barış”, “stratejik dost” gibi mavallar her zaman uluslararası işbirlikçiler ile uluslararası soyguncuların geniş yığınlara sundukları her şey, hiçbir zamanbir havuçtan öteye gitmemiştir! Bütün bunların arasında edebiyat, resim, şiir, sanat gibi ne kadar insani güzellikler mevcut ise; bunları var edenler de o kadar az sayıdadır. İşte bu yetenekli ve ölümüne çabalı azınlık, geniş yığın ları ezen kurnaz cahiller nedeniyle doğuştan birer müzmin gibi bütün ömürlerince kendi kendilerini yemiş, bitirmişlerdir. Lübnanlı Halil Cibran, yaşadığı süreçlerde nasıl kendi kendini yiyenlerden biri idiyse, içinizdeki birçok duyarlı insan da hergün kendi kendini yemeyi sürdürmektedir ne yazık!
Görüldüğü gibi yüzyıl önce de, ondan binlerce yıl önce ve şimdilerde de yaşam realitesinde bir değişim yoktur! Özetle dünya, toplumsal olarak hastadır ve bütün halklar kendi elleriyle acımasız zalimlerin tutsağı konumundadır. İşte içinizden sizlerin de yaptığı gibi, Cibran’ın işaret ettiği hal budur ve gezegenimizde yaşanan realitedeki toplumsal aymazlığın en somut kanıtı ya da söylemidir onun yazdıkları... Onunla başladık, yine onunla bitirelim. Ve konuya ilişkin olarak, elbet ki biraz daha örtüsüz biçimde şöyle söylüyor Cibran:
“Yüce yaradan,
alnınıza diktatörleri yazmamıştır.
Bu adamları alnınıza kendi kendinize sizler yazıyorsunuz!
Eğer ki sizler, insanlığınıza yeniden kavuşmak istiyorsanız,
bu despotlara başkaldırmanız gerekir!.”