Zaman Hırsızları
Halk arasında çok dillendirilen eski bir söylem vardır:
“Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete…”
Belirsizliğin, garabetliğin, pek de alışılmamış olan kimi olayların çoğalması nedeniyle dile gelen bu söylem, günümüz yaşamındaki sık sık önümüze çıkan akıl almaz olayların nedensizliğine ilişkin bir şaşkınlığın ifadesidir.
Gerçekten yolda, sokakta yürürken yanınızdan geçip gidenlerin yüzlerine bir bakın, gülen var mıdır içlerinde?
Yoktur!
Çünkü bir hayli zamandır insanlarımızın yüzleri, meydana gelen akıl almaz olayların bir yansıması olarak durgun, düşünceli hatta üzüntülü görünümlerin ötesinde değildir!.. Ve yüzlerdeki tavırlara bakılırsa, sanki dünyanın yükü ayrı ayrı her bireyin üzerindedir ve onlardan kurtuluşları da yok gibidir.
Eskiler, “insan yüzünün aynasıdır” demişler ve içte bulunan, zaman zaman da dışa vuran kederin, tasanın, düşüncenin insanın çehresinde yarattığı ifadeler aracılığıyla onları bilmeye ya da çözmeye durmuşlardır. Bu söylem, özellikle karakter belirleyici olarak görünse de, bireyin diğer sosyo-politik yanlarını da kapsayan bir niteliğin ifadesidir aslında…
Özetle dertler artık bir değil bindir. Ve özellikle kent yaşantısı, kırsal kesimlere nazaran çok daha karmaşık haldedir ve giderek de bu hal toplumların sıkışması ya da ezilmesini de beraberinde getirmektedir.
Çocukluğumuzda yarınlar mutlak olarak bir umuttu… Yani “yarın olsun, hayrolsun” der, sıkıntılarımızı bu sözle üzerimizden atmayı başarırdık. Ama artık yarınların, bugünlerden de grift bir karanlıkla karşımıza çıktığına mutlak olarak tanık olmaktayız. Ki, bazılarımız çok azınlıkta da olsa; artık güzel günlerin geriye gelmeyeceği korkusuyla zoraki yaşamlarını sürdürdüklerinden eminiz.
Günümüzde bütün sorunların önüne geçen üç argüman zamanımızı en çok çalan hırsızlarını belirlemiştir. Ki, ömürlerimizden eksilmektedir her zaman akaybı…
Bu zaman hırsızlarına, batı dünyasında “3 T” adı veriliyor. Ki gerçekten en büyük zaman hırsızları olduklarından asla kuşku yoktur!. Bu zaman hırsızları neler mi? İşte şunlar:
- Telefon,
- Televizyon,
Bu üç zaman hırsızı, hepimizin ömründen götürmektedir ve farkında değiliz. Dolayısıyla da, ömrümüzün büyük bölümüne bu üçlüye kurban etmekteyiz kendi isteğimizle… Sonuçlarından ise hem haberimiz yoktur ve hem de bunu bilsek dahi umurumuzda değildir. Zira bu konuda yapacağımız fazla bir şey bulunmamaktadır.
Yürürken ya da bindiğiniz bir toplu taşıma aracında çevrenize bakınız… Özellikle, daha çok sayıda olan gençlerin hemen hemen tümünün elinde bir cep telefonu vardır ve durmadan onunla baş başadır. Öte yandaki bütün oluşumlar bunlar için yoktur sanki!.. Örneğin, içinde bulunduğunuz bir toplu taşıt ise, trafik karmaşası nedeniyle yarım saatlik yolu bazen bir, bazen daha fazla bir sürede katedebilmektedir. Ve eve vardığınızda, abur-cubur bir yemeğin ardından doğru televizyonun başına varmanızdır yapacağınız iş… Geçen saatleri anlamazsınız bile! Ve televizyon karşısındaki biraz şekerlemeden sonra sabaha gözlerinizi açarsınız ki gece bitmiş! Kalkıp işe gitmek bir angarya gibi gelir o süreçte ve yine ulaşım aracı ve trafik karşılar sizi….
Günlük rutin yaşam böyle ya da benzerleri biçimindedir. İşte ömrünüz boyunca sürdüreceğiniz kısır döngüdür bu ki, vazgeçmenize ve o üç zaman hırsızından uzak durmanıza olanak yoktur!
Özetle ömrünüzden hayli önemdeki bir zaman aralığını göz göre göre yitirirseniz ve bunu farketseniz de durdurmanız olası değildir! Çünkü çağdaş bir yaşam biçimindeki rolünüzü yapmaktasınız ve teknolojinin nimetlerinden haklı olarak yararlanmayı seçmişsinizdir. Böylelikle de, bile bile bu zaman hırsızlarına göz yumarsınız. Bir başka deyimle karamaji uygulanmış gibi kendinizden geçerek bu vahim sonuca rıza gösterirsiniz.
Bir başka şey, zamanın hızlanışıdır. Gün yine 24 saat olsa da, değerlendireceğiniz kısımlar en azından dörtte üçe indirgenmiştir. Ve bunun nedeni ya da nasılı da yoktur! Ama sonuç kesinlikle böyledir.
Çok garip süreçlerin içindeyiz kısaca… Hiçbir şey eskisi gibi değildir ve olmayacaktır da! Ancak, anlamsız biçimde boş boş bakıldığında bu olanların seçilirliği gözlerden uzaktır. Ve bütün bunlardan ötürü de çoğunluk insan bilinci yerinde saymaktadır. Yani dünya nüfusu bugün 7 milyarı aşkın olup, farkındalık sahibi olanların sayısı ise devede kulaktır!
Peki bu olumsuzluk giderilebilir mi? Peşinen söyleyelim ki, hayır! Bu görüşümüze kimileri katılmaz elbet!.. Çünkü o bazı kimseler, doğanın nedensellik ilkesinden haberleri yoktur ve bilimin bunları çözeceğini düşünmektedir. Fakat kötü bir haber vereyim ki, artık bilim de nüfus artışının ve giderek bozulan doğa dengesinin karşısında çaresizdir. İleri ve refah seviyesi yüksek olan ülkelerde uygulanan nüfus planlaması, tam tersine gelişmemiş ülkelerde artışı istenilmektedir örneğin... Böyle bir istem ise cehaletin tavan yapmasıdır elbet! Bu anlayıştaki birilerini hak etmediği halde çeşitli siyaset oyunlarıyla devlet adamı yerine konulması ise, mevcut toplumun kanayan yarasıdır.