Zen Okulları Ve Ayna
Yine başbaşayız bugün… Zira hafta sonu ve yine tatil!
Bugün sizi gezegenimiz üzerindeki çok önemli kültürlerden birine konuk edeceğim ve biraz yüzeysel de olsa çok önemli insani değerler öğretisi olan Zen Okullarından derinliği olan bir örnek öyküden ve edinimlerin uygulanışından söz edeceğim.
Öncelikle şu bilinmeli ki, Zen okulları Doğu bilgeliğinin temelini oluşturur . Nasıl ki 13. Yüzyılda islami tekkeler çok sayıdaki Anadolu erenlerinin mistizmine yani tasavvuf kültürüne kaynaklık etmiş ise, Zen okulları da kaynağını Budha’dan, Konfüyüs’ten ve Lao-Tzu’dan almıştır. Ve yine Doğu’da “sacayağı” adı verilen Taoculuk, Konfüçyüsçülük ile Budizm’in bir araya getirildiği karma öğretilerin bir bütünlüğü diyebileceğimiz Doğu Bilgeliği, işte bu Zen kültürüyle dünyada bir numaradır kuşkusuz.
Muhteşem yüceler yetiştiren bir zamanların tekkeleri ise bitti ve kapandılar. Gizli gizli yaşatılsalar da, yaklaşık bin yıldan bu yana artık dişe dokunur bir bilge ya da bir ulu kişi ne yazık ki varedemiyorlar. Siyaset ve çıkar ilişkileri, bu kapıların kapanmasına zemin hazırladılar.
Zen, Japonca bir sözcük olup insanın kendi iç varlığını ve iç yapısının derinliğini görebilme sanatıdır. Ki, aynı zamanda dünya nimetlerine olan bağımlılıktan arındırarak özgürlüğe götüren yol anlamındadır.
Zen'in insanlık var olduğundan bugüne kadar çok çeşitli coğrafya ve toplumlarda farklı pratiklerle ortaya çıkmış olabileceğini söylemek de elbet ki yanlış olmaz.
Bugün bildiğimiz şekliyle Zen'in ortaya çıkmasında iki kültür etkin olmuştur. Hint-Budist kültürü ve Çin-Tao kültürü… Yine bu iki öğretinin yani Budizm ile Taoculuğun'da yapısı nedeniyle bir isim verilmeden ya da kağıda dökülmeden farklı coğrafya ve toplumlarda insanlık tarihi boyunca yaşanmış olduklarını söyleyebiliriz.
Budizm konusunda klasik hikaye hemen herkesin bildiği gibi İ.Ö.563 yıllarında Prens Siddharta Guatama'nın yani Budha’nın Hindistan'ın kuzey doğusunda bir kralın oğlu olarak dünyaya gelmesi ile başlar. Prens 29 yaşındayken yaşamın acıyla dolu olduğunu anlar ve kurtuluşu aramaya başlar. Uzun yıllar bir ormanda çile ve perhiz içinde meditasyon (düşüncelerden arınma uygulaması) yaptıktan sonra bunların bir işe yaramadığını anlar ve kendine işkence etmekten vazgeçer. Bu defa acıkınca yer, yorulunca uyur ama ormanda meditasyona devam eder. En sonunda isteğine ulaşımı başarır ve kendisini bağımlılıktan özgürlüğe geçiren kapıyı açar.
Yani aydınlanır, o ana kadar hiç yaşamadığı bir deneyim ile kendisini doğum ölüm döngüsünden, yaşamın acılarından kurtarır ve bir Budha olur. Yani ışık!...
Daha sonra Guatama, tüm duyarlı varlıkların kendisi gibi yaşamın acılarından kurtulması için herkese aydınlanmanın yolunu öğretmeye koyulur. İşte o andan itibaren o artık bir Budha ve Bodhisattva'dır. Yani Buda ve Bodhisattva, budistler için belli bir kişinin adı veya lakabı değil, aydınlanmaya ulaşmış ve kendisini diğer varlıkların kurtuluşuna adamış kişiliğin bir ifadesidir.
Zen tamamen doğu kökenli bir yaşam sanatı olsa da; gelenekler, kutsal yer ve yazıtlar gibi gizemli şeylerle bir bağı yoktur! Bu nedenle insanın var olduğu her mekana ve zamana uydurulabilir bir karakteri bulunmaktadırr. İşte Zen'in batı dünyasında hızla ve kolayca yayılabilmesinin nedeni de budur. Bugün Avrupa ve Kuzey Amerika'da pek çok Zen bilgesi ya da eğitmeni mevcut olup, varlığı uygar dünyada hızla yaygınlaşmaktadır.
Ancak bu, Zen'in çok zahmetsiz ve basit olduğu anlamına gelmez elebt! Bir Zen ustası, kendisine yöneltilen "Zen nedir?" sorusuna "Kızgın ateş üstünde kaynayan yağ" diye cevap verir. Çünkü insanın kendi iç varlığını ve iç yapısının derinliğini görebilmesi, öyle pek de sıradan bir sonuç değildir.
Bir Zen yolcusunun günlük yaşamına bakıldığında, kendisini hiçbir zor uygulamaya yöneltmediği görülebilir. Zen’i sert kılan unsur; kişinin kendi egosuyla, karakteri ya da benliği ile yaptığı mücadeledir sonuçta… Yani Zen, size tüm varlığın gerçek doğasını anlama ve benliğini aşarak doğum-ölüm döngüsünden kurtulmayı gerçekleştirir. Bunu yaparken ne bir kutsal kitaptan, ne bir ulu kişiden, ne bir mistik öğretiden, ne akıldan ve ne de varlıkların dışındaki bir yaratıcıdan destek arar. Tüm bunlar Zen için bir hiçtir kısacası...
İşte özetlemeye çalıştığım böyle bu Zen okullarından birinde şöyle bir yaşanmış öykü anlatılır.
...Doğu ülkelerinden birindeki “Zen Dergahı”nda, yıllarca süren bilgelik öğretisini tamamlamış olan birine, törenle bir kitap armağan edilir. Mezun olan kişi, sayfaları kalınca kitabı heyecanla açar bakar ve yüzündeki şaşkınlık ifadesiyle çevresine, orada gördüklerinden ötürü oluşan hayretini mimikleriyle kendisini izleyenlere yansıtır.
Bu töreni izleyen yeni öğrencilerden biri; kitabın, o kişide yarattığı şaşkınlıktan ötürü içinde olanları merak eder. Ancak, tüm çabalamalarına karşın, kitabın içindekilerini öğrenemez. Çünkü bunun söylenmesi yasak edilmiştir ve asla da değiştirilemez. Ve öğreti yılları bitip mezun olunmadan, bu kitaba el sürmenin olanağı olmadığını uygun bir dille bu meraklı öğrenciye de anlatırlar.
Böylelikle çaresiz kalan öğrenci, çabalayıp dayanmış; öğretileri yutarcasına beynine katmaya, onları benimsemeye ve de uygulamaya yönelmiş; yıllar sonra da mezun olma hakkını elde etmiş!
Ve beklediği gün gelip çatmış elbett!…Derken, her mezuna olduğu gibi onun için de tören düzenlenmiş ve kendisine o kitabın bir eşi armağan olarak sunulmuş. Yıllardır, böyle bir törende alacağı kitabın içindekileri merakla bekleyen öğrenci, kitabı aldığı halde açmıyor ve her nedense artık içindekileri merak etme gereği de duymuyormuş o süreçte...Çünkü, öğrendiklerinin dışında, yeryüzünde önemli hiç bir bilginin olmadığını düşünüyormuş!
Ancak, kitabı ona armağan eden hocası üsteleyince açıp bakmış... Bakmış ki ne görsün; kitap, içinde ayna bulunan iki yapraktan ibaret! Sayfalar arasında yazı yerine aynada kendisini görünce, olanı kavramış öğrenci... Meğer ki, bunca yıldır öğrendiği yalnızca kendisiymiş!..