Susturulan Her Gerçek, Kaybolan Bir Toplumdur
"Basın, toplumun vicdanıdır; ancak vicdan susturulduğunda, toplum kendi gerçeğinden de uzaklaşır." – Hasan Cemal
İfade özgürlüğü, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etme hakkıdır. Bu hak, sadece sesini duyurabilmek değil, aynı zamanda başka fikirleri dinleyebilme, tartışma ve anlamaya çalışma erdemini de içerir. Özgür bir toplumda, herkesin düşüncesi duyulmalıdır; kimse susturulmamalıdır.
Bu erdemin en gür seslerinden biri, hiç kuşkusuz gazetecilerdir. Çünkü onlar yalnızca haber yapmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun vicdanını yansıtır. Her gazeteci, yalnızca kalemiyle değil, halkın sesini duyurma sorumluluğuyla da hareket eder. Ancak bu sorumluluk, her zaman kolay bir yol değildir. Gerçeklerin gün yüzüne çıkması, bazen bedel ödemeyi gerektirir.
Basın: Toplumun Nabzını Tutan Vicdan
Toplumun nabzını tutan bu kişiler, halkın sesini duyurur ve vicdanını temsil eder. Onların gücü, suskunlukla örülmüş toplumlarda gerçeğin ortaya çıkmasını sağlamaktır. Ancak bu gerçeğin haykırılması, bazen büyük zorluklarla gelir. Bugün, haberin peşinden giden, kameralarını açan, kalemlerini oynatan birçok gazeteci, zorluklarla karşılaşıyor. Kimileri yalnızca görüntü aldığı için sorgulanıyor, kimileri yalnızca soru sordukları için susturuluyor.
Ve unutulmamalıdır: Eğer bu ses susturulursa, toplumun gerçeği yalnızca fısıltılarla aktarılabilir. Gerçeğin üzerini örtmek, onu ortadan kaldırmaz; sadece daha sessiz hale getirir. Bu da en tehlikeli olanıdır. Çünkü zamanla suskunluk sıradanlaşır ve insanları duyarsızlaştırır.
“Aptalca” Bir Fikre Katlanabilmek
İfade özgürlüğü, yalnızca popüler ya da kabul gören düşünceleri değil, marjinal, aykırı ve hatta “aptalca” bulunan fikirleri de kapsar. Çünkü gerçek özgürlük ortamı, ancak rahatsız edici fikirlerin de yaşama şansı bulduğu yerde mümkündür.
Bir birey düşüncesini açıkça dile getirebilmeli; başka biri de o düşünceye “katılmıyorum” diyebilmeli. Ama bunu bir saldırıya, tehdit diline dönüştürmeden... Gerçek ifade özgürlüğü, fikirlerin kavga etmeden çarpışabildiği alanlarda yeşerir.
Ve işte burada, medya devreye girer. Bu çarpışmaları görünür kılar, kayda alır, kamu vicdanına sunar. Taraf tutmadan, sansürlemeden, çarpıtmadan. Farklı fikirlerin barış içinde ifade bulabileceği bir alan yaratılması gerekir.
Sosyal Medya: Modern Çağın Meydanı
Günümüzde bireylerin en güçlü mikrofonu artık sosyal medya. Meydanlar, sokaklar yerini dijital alanlara bıraktı. Ancak bu görünürlük savaşı, çoğu zaman bir cepheleşmeye dönüşüyor. Sosyal medya, yalnızca düşüncelerimizin paylaşılması değil, aynı zamanda kişisel çatışmaların, linç kültürünün de hızla yayıldığı bir mecra haline gelmiş durumda. Fikirler yarışmak yerine, cepheleşiyor ve karşıtlıklar daha da belirginleşiyor.
Fikirler, ancak karşıtlarıyla anlam kazanır. Bir düşünce, ancak zıttıyla karşılaştığında gelişir. Ama bir fikir, özgür bir medya ortamı tarafından duyurulabilir, yayılabilir. Ve işte bu noktada, medya önemli bir rol üstlenir. Eğer birey konuşursa, ama medya onu duyurmazsa, o düşünce ya kaybolur ya da kulaktan kulağa değişerek bozulur. Medyanın görevi, düşünceleri kayda almak ve topluma sunmaktır. Hem doğruyu, hem yanlışı. Her iki tarafı da eşit şekilde temsil etmeli, kamuoyunun doğru şekilde bilgilendirilmesine olanak tanımalıdır.
Sessizliğin İçindeki Çığlık
Ve bir de konuşmayanlar var… Yorum yapmayanlar, hiçbir tarafı savunmayanlar... Onlara sıkça “neden susuyorsun?” diye sorulur. Ancak her sessizlik, korkaklık değildir. Bazen, bir vicdanın ve bir kırılganlığın yansımasıdır. Bu insanlar, kaybetmeyi göze alamadıkları şeyler – bir işi, bir ailesi, bir huzuru – için sessiz kalabilirler. Ama bu, onların düşünmedikleri anlamına gelmez. Tepkisizlik, bazen tepkinin en bilinçli halidir.
Sessizliğin içinde de bir direnç vardır. Bu direnç bir gün sözlere, yazılara ya da yalnızca bir bakışa dönüşebilir. Medya, yalnızca bağıranları değil, susanları da duyurmalıdır. Çünkü her iki durumda da ifade özgürlüğü eşit derecede korunmalıdır.
Basın özgürlüğü, yalnızca gazetecilerin meselesi değildir. Bu, toplumun kendine konuşma, kendine bakma, kendini anlama hakkıdır. Bir ülkenin medyası ne kadar özgürse, o ülkenin insanı da o kadar kendine aittir. Eğer basın susturulursa, toplum da susturulur.
İfade özgürlüğü, bireyin düşünme hakkıysa; basın özgürlüğü, o düşüncenin toplumsal hafızaya kazınma gücüdür. Kimi yüksek sesle konuşur, kimi yazıyla, kimi ise yalnızca susarak direnir. Hepsi aynı mücadelenin parçalarıdır: Düşünceye zincir vurulmasın diye.
Hande Demir
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.