Dünya Tedrisatı Bitim Döneminde mi?
Dünya Tedrisatı Bitim Döneminde mi?
Ezoterik öğretide bir Siklus, 25.920 yıl sürer. Bu süreç, bir dünya okulundaki tedrisat dönemidir ve her biri 6480 yıllık dört çağdan oluşur. Bunların adları da Altınçağ, Gümüşçağ, Bakır ya da Bronzçağ ve Demirçağ yani Latinnce ismiyle Kali-Yuga’dır.
Ve bu hesaba göre bizim kuşağımız, bu son Demirçağ’ın (Karaçağ’da deniyor) yani Kali_Yuga’ın bitimleridir. Bu bitimin de yine ezoterik öğretilere göre adı “Son Devre”dir ki, halk arasında tufan karşıtı olarak kıyamet diye bilinmektedir. Oysaki gerçekte kıyamet (kıyam-et) ayağa kalkmak, diklenmek demektir. Konunun ayrıntıları kitaplar dolusunu gerektirdiğden ötürü, fazla eşelemeye şimdilik gerek görmüyorum.
Her siklus realitesi yani yaşam biçimi bünyesinde bir çok ilk çağlar (taş devirleri), orta çağlar ve ileri çağlar yaşanmıştır şimdiye dek…. Hatta şimdiki yüzyıl içinde bile bu tarz yaşayan toplulukları ya da bireyleri görmek olasıdır. Elbet ki böyle bir durum yalnızca üç boyutlu dünya okullarında mevcuttur. Daha ileri boyut ve realitelerde, bu kadar çok çeşitlilik yoktur! Oralardaki realitelerin çeşitliklileri ve de çelişkileri dünyamızdaki kadar çok sayıda değildir!
Dünyamızdaki bu çok çeşitli dengeler nedeniyle, mevcut yaşam tarzı da zaman içinde değişik coğrafyalara oturtulmuştur . Bu çok karmaşa hal, her şeye rağmen şöyle ya da böyle bir düzene oturtulmasyadı mutlaka aykırılıklar ortaya çıkardı ve de kaos oluşurdu.
İşte bu hal, kimilerince kabul görmese de reenkarnasyon sistemi ile, taa yaradılışta bunun önü yaratıcı kudret tarafından ebediyen kesilmiştir.
Özetle ahlak, yaratılışın ve doğanın yükselen grafiğini oluşturur. Ve varolan canlı-cansız her şeyin içine, ”ölmesi gereken zaman parçası” yerleştirilmiştir. Bu durum cansız varlıklarda, ölüm yerine “değişim” biçiminde oluşur ve şekillenir. Yani taş ve kayalar da ölürler bir anlamda, ancak bunun adı işte o değişimdir. Ve Tanrı’nın dışında olan yaratılmış her şey, bu ilahi yasaya tabidir. Ki bütün varoluşta, değişmeyen tek şey değişimdir!
Dünya’mızda yaşanmış olan “Ortaçağ”, realitemiz anlayışında ilk çağlardan da geri olarak algılanmaktadır. Çünkü ilk çağlarda, sistemli ve toplu öldürme düşüncesi yok sayılacak kadar azdı. Ortaçağ’da ise, işkence biçimleri korkunç boyutlara varmış; açlık, yoksul insanların üzerine kabus gibi çökmüş; engizisyon mahkemeleri haksızlıkları en üst seviyede egemen kılmış, inanışlar pazar haline getirilip cennetin anahtarları satılmış ve ölümler zorbaların toplu tuzakları haline dönüştürülmüştü. Ve bizim devremizin yani siklusumuzun içindeki Ortaçağ “utanç dönemi” olarak hala belleklerde yerini korumaktadır.
O dönemdeki dinlerin ve özellikle Hırıstiyanlığın hegemonyası ve oluşturduğu yaşam biçiminin acılı tarihi, insanlığın ibret belgelerinin en önemlilerini teşkil eder. Yaklaşık 18 asırlık bir süreci kapsayan Ortaçağ, özetle insanlığın bir vahşet dönemidir. Bu dönemde yüzleri demir maskelerle kapatılarak yıllarca zındanlarda çürütülen soylulardan tutun da, apışaralarını yaralar içinde bırakan aklın alt ürünü bekaret kemerlerine ya da çok sudan sebeplerle ölüme gönderilen insanlığım akil adamlarına kadar çok karanlık süreçler yaşanmıştır.
İnsanoğlu, o karanlık dönemleri yaşamış olmasına karşın; beşeri ilişkileri düzeltme yerine, içinde bulunduğu ileri zamanları da modern bir ortaçağ yapabilmek için uğraşan insan toplulukları ne yazık ki hala az değildir! Bunların örnekleri ülkemiz içindeki bazı tarikatlar aracılığıyla gündemde tutulmaya gayret edilmektedir.
Son derece ileri teknolojik bilgilere ve uygar düşünce psikonlarına karşın, kuşağımız tersyüz edilmiş bir ortaçağı yaşayan geri toplumlar tarafından kuşatılmaya çalışılmaktadır kısacası…. Önceleri kapitalizmin beslediği bazı geri topluluklar, onlara özel olarak sunulan fonlarla direnç kazanmış ve günümüzde çok tehlikeli bir canavar haline dönüşerek, kendilerini bu sürece hazırlayanları bile tehdit etmeye; hatta hiç çekinmeden, onları düşman belleyerek saldırıya dahi geçmişlerdir. Bunun son süreçlerdeki adı islami terördür ve son realite insanlığının en büyük korkusu haline gelmiştir.
Bir özdeyişle söylersek.”kurtlar dumanlı havayı sever” anlayışı realiteye egemen olmuş, niteliksiz ve beceriksez yöneticilerin aymazlığı nedeniyle de bu kargaşa ortamı düzelemez boyutlara ulaşmıştır bugün!..
Evet insanoğlu, hem yaşadığı gezegeni, hem inancını ve hem de tüm gelecek kuşaklarını karartabilmek için ne yazık ki maraton koşusundadır tam anlamıyla… Aynı hızla gidilir de, bu fanatik yobazların dünya milletlerince önü alınamazsa, insanoğlu’nun da sonunun başlangıcıdır bilinmeli ki… Yani insan ya gerçekten “insan” olacaktır ya da varoluş hakkından vazgeçerek yok olacaktır! İşte kapı, işte sapı…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.