İbadet Ritüeli
İbadet Ritüeli
Hiçbir şekilde uzmanı olmadığım tartışmalara hele ki inanç kökenli olanlara katılmayı her zaman zül bulmuşumdur kendime… Çünkü bu konuda yerli yersiz şeyler söyleniyor ve zoraki bir gündem oluşuyor ülkemde! Ve bu konularda birşeyler yazmak talihsizlik gibi geliyor bana…
Öte yandan, Doğu bilgeliğinde güzel bir söylem vardır. Denilir ki:
“Bilenler söylemiyor, söyleyenler bilmiyor!”
Medyada dolaşan böyle bilinmedik konularda ahkam kesen meczuplar ise, nasıl oluyorsa çoğaldıkça çoğalıyor günümüzde…
Son yıllarda hatta özellikle içinden geçtiğimiz şu günlerde, gerçekten çok garip sözler duyuyor ve şaşırtıcı çatlak seslere tanık oluyoruz.
Örneğin Cübbeli Ahmet lakaplı meczup, yıllar önce kaybettiğimiz ünlü islam yazarı Abdülkadir Geylani’yi yardıma çağırmış neden icap etmiş ve de nasıl gelecekse?
Geylani’de gelmiş mi gelmiş iyi mi?
Geylani geldiğinde, o sırada yanlarında duran Azrail’e bir Osmanlı tokadı atmasın mı! Ne yapsın gariban Azrail? Ağlaya ağlaya Allah’a şikayete gitmiş meğer!...
Mübarek ramazan günü, böyle şeyler anlatılıyor işte gerici çevrelerde…
En son aşamada da, Batman Üniversitesi eski Dekanı ve halen de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde hocalık yapan Mustafa Aşkar adlı profesör(!) yani gerçekte bir meczup olan bu şahıs şöyle yumurtlamış:
“Namaz kılmayanlar hayvandır…”
Vay anasına sayın seyirciler! Bunu söyleyen yüksek kategoride kariyer sahibi biri.. Hani ben söylesem “delidir ne söylese yeridir” denilerek belki yutulur da, bu unvandaki biri söyleyince gargara bile edilemiyor!
Şimdi bir kere şeytanın avukatlığını yapalım biraz hani! Ve diyelim ki kertenkele, ibadet yapmadığına göre nedir? Hayvandır elbet! Ya da tahta kurusu, sinek, bok böceği, öküz…
Bu düşünce bir Hindu anlayışıdır. Onlara göre yaşamında kötülük eden insan ruhları, yeni doğuşlarında yılan, akrep, solucan, böcek, fare gibi yaratıklar olarak gelirler dünyaya yeniden! Ve hep öldürülme korkusuyla yaşarlar.
Özetle hayvan mayvan, bir şekilde ibadet etmeli demek ki kimilerine göre… Neden derseniz, galiba onları yaratan da aynı Tanrı’da o da ondan!
Aksini düşünsek örneğin, onlara Allahsız mı diyeceğiz? Bilsin bilmesin yaratılmış varlık nasıl Allahsız olur ki?
Anlayacağınız bu iş biraz karışık! En iyisi burada duralım biz…
Gelelim şu meczup profesöre yeniden… Gördüğünüz üzere cehalet başka şey, inanç başka… İnanırsınız, koşullarını benimsersiniz ve o konudaki buyrukları yerine getirirsiniz. Bu bireyin seçimidir ve ölüm ötesinde bir sorgulama varsa, yalnızca onun sorunudur.
Öyle mi? Öyle…
Ve tabii konu derin aslında… Gerçekte namaz ibadeti bir Tanrı buyruğu mudur, değil midir bilemeyiz. Çünkü bilimin henüz böyle bir saptaması sözkonusu değil! Haa diyeceksiniz ki, bunu söyleyen zaten bir bilim adamı…
Fakat ben sanmıyorum! O kişi bana göre, bilime en az bir milyar ışık yılı kadar uzak görünüyor çünkü…
İslamiyet, şunun şurasında 1400 yıldır var. Ondan önce namaz ibadeti var mıydı? Bunu bilmiyoruz… Diğer dinlerde yok, bize en yakın son uygarlık olan Sümerler’de de yok! Bilim, zamanımızdan geriye doğru birkaç milyon yıl gidebilmekte…Ezoterik öğretilere göre ise insanın yerküredeki varoluş tarihi ise iki milyar yıl kadar eski! Bu kadar süreçde namazın olup olmadığı hakkında kırıntı bir bilgi dahi yok! O zamanlarda yaşamış olanların hepsi namaz kılmadılarsa, hayvan mıydılar?
Aristo, Sokrat, Pluton, Solon, Herakles, Homeros gibi daha binlerce üstün insan, namaz kılmadıklarına göre hayvan mıydılar acaba?
Bu neyin kafasıdır Allahaşkına?
Bakın sevgili okurlarım. Bütün Anadolu erenlerini özel merakım ve araştırmacı-yazar kimliğim nedeniyle inceledim ve çoğunu biyografileriyle birlikte söylemlerini de yorumlayarak kitap haline getirip yayınladım. Örneğin Mevlana, Muhyiddin İbnu’l Arabi, Halil Cibran, Feridettin Attar, Hallaç Hüseyin Mansur, Pir Sultan, Hacı Bektaş-i Veli ve dahası… Tamamı 70’i aşkın gerçekten kıymetli eser!
Bunların hiçbirisi, anladığım kadarıyla ibadetleri şart koşmamıştır. Hele bunların arasındaki Mevlana, yaşamının son on-onbeş yıllarını namaz kılarak değil; ibadet biçimini değiştirerek yani semah yaparak geçirmiştir. Onun için ibadet, Şems-i Tebriz’i gibi yalnızca semahtır kısacası…
Şekli nasıl olursa olsun her türden ibadet bir içsel algıdır sanıma göre... Yüreğiniz ibadet etmeyi istiyorsa yani içinizden geliyorsa yapacaksınız! Zorla ibadet asla olmaz çünkü… Olsa da sanırım yaratıcı tarafından kabul görmez!
Zaten bu saydıklarımın içindeki Muhyiddin İbnu’l Arabi’ye göre “Ariflere din yoktur!” Yani, aydınlanmış olanların dine gereksinimi yoktur. Çünkü dinlerin ve özellikle mistik düşüncenin yani tasavvuf öğretilerinin varmak istediği yer aydınlanmaya erişmektir. Bu vahdet-i vücut demektir özetle ve hedef de odur! Oraya varıldığında, hiçlik mertebesine ya da yaradanına kavuşulmuş olunur.
Öte yandan, hani islamiyette zorlama yoktu! Sayın meczup profesör sence bu söylediğin zorlama değil midir?
Şunu özellikle vurgulamak istiyorum sevgili okurlarım. Hangi din ya da inancın ritüeli olursa olsun, onu uygulamak meziyet değildir. Çünkü meziyet, yaşam dediğimiz realitenin bireye kazandırdığı insani değerlerdir yalnızca… Yani dürüstlüktür, hoşgörüdür, doğruluktur, yalan söylememektir, faziletli olmak ve bütün yaratılmışlarla uyum içinde yaşamaktır. Namaz denilen islami ritüelin de, bir meziyet olduğunu söyleyemeyiz… Zira bireyin inancıyla ilgili yaptığı şey, kendisinden başka hiç kimseyi ilgilendirmez! Başkalarını ilgilendirmeyen her şey de meziyet değildir!
Bakınız sevgili okurlarım… Dünya genelinde 3000’den fazla inanç ya da din çeşidi mevcut! Sokaktan geçen herhangi birine, kaç çeşit din vardır diye sorsanız, çoğunlukla alacağınız yanıt azami üçtür. Çünkü halkımız o kadar bilgisizdir ki, yalnızca kendi inandığı dinin dışında çok sayıda dinlerin olduğundan tamamen habersizdir. Böyle olunca, inançlar arasında kıyaslama yapma olanağı da yoktur elbet!
Sözünü ettiğim bu çok ayıda din ya da inançların da, elbet ki hayal bile edemeyeceğiniz gariplikte ibadet ritüelleri de bulunmaktadır. Yazımın bu son kısmında, o garip ritüellerden birkaç örnek sunmam da zorunlu hale geldi böylelikle… İşte onlar:
Afrikadaki kabilelerin bazılarında inançlardan dönüşerek gelenek haline gelen bir ritüele göre, hayata gelen bütün kadınlar, genç yaşlarında iken mutlaka sünnet olmak zorundadırlar. Bunu yapmayanların büyük günah işleyecekleri ve ölüm sonralarında dayanılmaz cezalara çarptırılacaklarına inanılır.
Hindistan’da ineklere tapınılacak kadar kutsal varlık olduklarına inanılır. Onları kesmek, öldürmek, dövmek büyük cezaları gerektirmektedir. Şehrilerin içinde serbestçe dolaşmaları garipsenmez ve asla da müdahale edilemezler. Üstüne üstlük bahçe sahipleri, beklerler ki bu ineklerden biri yada daha fazlası bahçelerine girsin ve lahana, pırasa, salata, mısır gibi ürünlerini yiyerek sevap kazandırsın!. Ve bizler onların bu inançlarına nasıl garip bakıyorsak, onlar da müslümanların yaptığı kurban inancına ve de namaz ritüeline aynı gariplikle bakmaktadırlar.
Hele şu bazı Eskimolar’ın halen uyguladıkları ritüel ise belki de en gariplerindendir. Bu ritüele göre eve gelen bir erkek konuk, o gece konuk olduğu evin sahibinin eşi ile çiftleşmek zorundadır. Bunu yapmayan, kendine sunulan eşi beğenmemiş ve inanca karşı çıkmış sayılır.
Görüyorsunuz ya… Yerküremiz, çok sayıda ibadet biçimleriyle yüzlerce farklı algılamaya sahip topluluklar halinde yaşamaktalar. Din, inanç ve bunların edinimlerinden olan ritüeller çok sayıda coğrafyalara dağılmıştır. Bir yerde benimsenen ritüel, diğer bir yerde şaşkınlığa dönüşür. O nedenle siz, kendi benimsediğiniz doğruyu yapmaya devam edin ve de asla başkalarına karışmayın!
Sanırım hepimizin yapması gereken tek doğru bu!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.