Ş i i r...
Ş i i r…
Şiir sever misiniz? Bu nasıl soru diyeniniz var mıdır aranızda? Vardır sanırım ya da olmalı… Çünkü şiir bir patates değil, soğan değil, sarımsak değil! Bunlardan birini ya da benzer birçok sebzeyi olduğu gibi, bazı nesneleri de sevmediğiniz olabilir. Fakat şiir ne bir nesne, ne de sebze… O nedenle bu soru yanlış elbet!
Fakat beğenilen ya da beğenilmeyen, bir gazete ilanı kabilinden okunup geçilen şiirler ve onları şiir sanan müteşairler dolu ortalıkta! Müteşair, şair olmak isteyen ya da yolunda olan demektir. 20-30 şiiri bir araya getirip, parasını da ödeyerek kitap sahibi olan ucuz şairlerinden gerçekten geçilmiyor günümüzde…
Bunlardan biri, şehir hattı vapurlarında elinde eski tip bir küçük bavulla gezerdi… Bavulun üzerinde, büyükçe şöyle bir yazı bulunmaktaydı: “ŞAİR – ŞİİR YAZAR”… Özellikle Kadıköy- Eminönü hattında görülürdü çoğu kez ve iki formalık kitabını çığırtkanlık yaparak satmaya çabalardı. Bazı yurttaşlar, dilenciye verilen sadaka gibi istenilen parayı verirler ve aldığı bu incecik betimlemeyi de güvertedeki çöp bidonuna atarlardı.
Şu son günlerde ise şiir konusunda bunun yeni türevleri türedi… Özellikle sosyal medyada kendi adının yanına ya da altına bir kimlik koyuyor ve bunların sayıları şaşıracağınız kadar da çok! Bir özenti bunlar elbet… Çünkü bireylerin kendi adlarını şiirle özdeşleştirmeye girişmesi bir noksanlıktır kuşku yok ki!
Hamasetin coşkun şairlerinden olan Behçet Kemal Çağlar, birlikte konuğu olduğumuz bir gece aynı mikrofonu paylaşmıştık. Yıl 1960’lı yılların sonlarıydı ve düzenlenen gece şenliği, o süreçlerde pek popüler olan Yeni Tepebaşı Gazinosu’ndaydı. Önce ben üvertür kabilinden sahneye alınmıştım, zira daha çok gençtim ve bir şiir kitabım mevcuttu. Bir iki sanatçıdan sonra da o alındı sahneye… Ve önce beni güzel sözcüklerle övdü biraz, çok mutlu olmuştum! Sonra da sözü şiire ve şairlere getirerek, şöyle demişti mısralarını sunmadan önce:
“Türk milletinin yarısı pehlivan, diğer yarısı da şairdir!”
Usta yazar Aziz Nesin de bir gün, şiirle ilgili olarak bir anektod gibi şunları söylemişti:
“Türk milletinin üçte beşi şairdir!”
Yani bireylerin fiziksel fazlalığı olarak şiiri işaret etmişti.
Yine çok çok uzun yıllar yakın dostluğunu paylaştığım iyi yazarlardan biri olan Tahir Kutsi Makal’ı da analım şiir konu olunca… Mevcut iktidarın resmi yandaşı olan Son Havadis Gazetesi’nde köşe yazıyordu o süreçlerde ve son kitaplarından sayılan bir şiir kitabı yayınlanmıştı. Kitabının adı “Babanız Yine Aşık Çocuklar” idi… Ve bu kitabının ön yazısının bir yerinde şu ilginç söyleme yer vermişti. Özetle diyordu ki:
“………………
Ben şair değilim. Fakat gençlere, şiir nasıl yazılır bu kitapla göstermek istedim!”
Şiir konusunda söyledikleri bu hiciv ağırlıklı söylemleri için bu üç büyük yazara rahmetler diliyorum yüreğimce… Ve şiir nasıl olmalı sorusunu ben de akademik açmazlı anlatılar yerine, halkımız diliyle kısa ve öz şunu söylemek istiyorum.
Şiir, ilk duyduğunuzda sizde ezberleme isteği doğuruyorsa şiirdir ancak! Bu ölçülü olabilir ya da serbest… Ölçülü şiirde nasıl ki hece sayısı ve uyaklar önemliyse, serbest şiirde de bir soluk hesabı vardır. Ve okunurken, coşkun bir nehir gibi akmalıdır mısralar. İşte ezberleme isteğini uyandıran da o mısralardaki coşkudur. Buna lirizm de deniliyor… Eğer o yoksa, şiir de yoktur!
Ve bu bilgiler ışığında sizlere bu tatil gününde, Ekim/2016’da basılacak yeni kitabımdaki şiirlerden örnekler sunuyorum:
SIĞINAĞIM MISRALARDIR
Ne zaman insan oluşumdan utansam
Mısralara sığınırım
Ve ne zaman yüreğimden yaralansam
Boş boş bakarım sonsuz uzaklıklara
Çünkü bilirim ne yapsam çare değildir
Bir türlü karşı koyamam haksızlıklara
Hep böyle oldu yaşamım boyunca
İncindim incitmemek için
İçime boşaldım boşaldım doldum
Herkes her düşmanlığı yapmaktan geri durmazken
Yine her seferinde suçlu ben oldum
Havalar ısındı dışarda güneş var
Herkes ortalığa döküldü ne güzel
Günlerden Pazar
Ben hasretinle tükeniyorum sevda sevda
Ve azar azar
(y.y.)
HASRETİN SIĞMIYOR
Nasıl unuturum o nur yüzünü?
Ve ilk defa gönlüme girdiğin yeri!..
Sevdamı kabüle “olur” sözünü,
Büyük yemin gibi ettiğin yeri!..
Hasretin sığmıyor artık günlere,
Tapınasım gelir olduğun yere,
Sarılıp da öpsem her gün bin kere
Tebessüm ederek geçtiğin yeri!..
Sevenler bitmeyen rüyadadırlar…
Hayat senle güzel ama ömür dar!
Muradım taşımak ölene kadar
Kalbimde sevdaya açtığın yeri!..
Sensiz güneş doğar batabilir mi?
Sen olmasan kalbim atabilir mi?
Taştan bentler olsa tutabilir mi?
Gönlümde coşarak taştığın yeri!..
(y.y.)
Ve bir de şarkı sözü verelim son noktayı koymadan… 70’li yıllarda Zeki Müren’in çok ünlü şarkılarından biri vardı ki, bazı yerlerde hala dillerdedir. Adı “Kahır Mektubu”. Bu şarkı 23 Dakikalık long-play plaklara basılmıştı. Bu uzun şarkının bestecisi Muzaffer Özpınar, solisti de Zeki Müren idi, sanat güneşi yaniii. İşte bu şarkının sözleri dört şair tarafınsan yazılıp karma edilmişti. Bu isimler Zeki Müren, İlham B. Pektaş, Zeki Akdağ ve ben Yüksel Yazıcı… İşte o şarkıdaki bana ait sözler şunlardır:
Veda edip de bir gün, viran edip gönlümü;
Ayrılıp gidişinin bu gece yıldönümü.
Sensizlikle baş başa, kendimden geçiyorum;
Şerefe deyip şimdi, bin kahır içiyorum.
Birazdan gözlerimden geçersin ılık ılık;
Nice yıllar sevgilim, kutlu olsun ayrılık!
Sensizlikle baş başa, kendimden geçiyorum;
“Şerefe” deyip şimdi, kahırlar içiyorum.
(y.y.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.